İnternette yayınlanan sevimsiz videolardan bir tanesinde bir MMA dövüşçüsü bir Tai Chi Chuan ustasını feci halde dövmüştü. Bir başka örnekte ise dünyanın en iyi ilk yüz MMA dövüşçülerinden bir tanesi evine giren kendinden çok daha cılız bir adamla dakikalarca dövüşmüştü. MMA dövüşçüsü, dövüş sırasında zaman zaman çok zorlandığını ve hatta umutsuzluk hissettiğini itiraf etti.
Kuralları belirlenmiş olan bir arena dövüşünde ya da bir savaş sanatları okulundaki çalışmalarda sporcular ne kadar etkileyici görünürlerse görünsünler gerçek bir karşılaşma bambaşka bir şeydir. Bu sebeple spor salonunda çok başarılı bir çok sporcu gerçek hayatta çok zorlandıkları durumlarda kalabilirler. Bruce Lee’nin sözleriyle, sokak kavgası şakaya gelmez ve sportif bir karşılaşma değildir.
Peki bunun nedeni nedir? Niçin bu başarılı sporcular zaman zaman sokakta, spor salonundaki etkileyici başarıları göstermekte zorlanırlar? Bunun şüphesiz ki bir sürü nedeni var. Bu sözlerim savaş sanatları gerçek hayatta etkisizdir gibi bir anlama gelmiyor. Sadece sportif bir karşılaşma ile gerçek hayat birbirinden çok farklıdır. Ayrıca bu tekniği kimin uyguladığı her şeyi değiştirir.
Pek çok sebep arasında en önemli sebep, savaş sanatları çalışırken ideal ve danışıklı dövüşten oluşan bir durumun pratiğini yaparsınız. Burada arkadaşınız gerçekten size zarar verme niyetinde olmadığı gibi, saldırıları da önceden tasarlanmış şekildedir. Gerçek anlamda sürprizlere pek yer olmaz. Sürprizler bile bilinen teknikler dahilindedir. Yani bu anlamda savaş sanatları pratiği ideal bir durum yaratır ve bu ideal koşullar altında gerçekleştirilir. Bir tür savaş oyunudur. Gerçek dünya ise her tür idealden uzaktır. İnsanlar sizi ısırır, beklemediğiniz bir anda saldırır, bağırışmalar, göz korkutmalar olur, adil değildir, ortada bir hakem yoktur, ellerindeki sopalarla, bıçaklarla saldırırlar, üç kişiye karşı tek kişi olursunuz, kilo farkına bakılmaz, beklemediğiniz bir anda arkanızdan saldırılır, saçlarınız çekilir, yere düşmenize aldırılmaz, sevdiklerinize zarar verilir… İşte bütün bu koşullarda öğrendiğimiz savaş sanatı işe yaramaz. Bizler spor öğreniriz, oysa öğrenmemiz gereken şey gerçek anlamda self defans yani kendimizi korumaktır. Yüzlerce yıl önce savaş sanatları self defans için yaratılmışlardır ama bugün bu özelliklerinden mecburen uzaklaşmak zorunda kalmışlardır.
Hayattaki pek çok pratiği ideal koşullarda yaparız. İçsel çalışmalarımızı da öyle. İdeal koşularda şefkat çalışırız, cömertlik çalışırız, öfkemizi kontrol altına almayı öğrenmeye, anlayışlı olmaya, kimse için kötü şeyler düşünmemeye çalışırız, aldatmamaya, çalmamaya çalışırız, sakin ve huzurlu bir ortamda meditasyon yaparak zihnimizi sakinleştirmeye çalışırız. Bunlar hep ideal koşullardır. Ancak sonra birden bire kendimizi manevi bir sokak kavgasında buluruz. Beklenmedik şekilde hayattan, koşullardan, kişilerden dayak yer, yerlerde sürüklenir, ağır hasar alırız. Şaşkınlıkla o güne kadar öğrendiğimiz tekniklerin bu manevi sokak kavgasında bir işe yaramadığını görürüz. Manevi sokak kavgasında öfkenize yenilirsiniz, aldatırsınız, kötü niyetlerinizi kontrol altına alamazsınız, iyilik yaptığınız insanlardan kötülük görürsünüz, şefkatli yaklaşımlarınız sonuç vermez, tatlı dil işe yaramaz… Gerçek hayatın koşulları meditasyon odasının koşullarına, anlayışlı arkadaşlarla katıldığınız bir inzivanın koşullarına benzemez ve size tatlı dille bilgece konuşan öğretmeninizin sözleri gittikçe gerçeğin uzağına düşmeye başlar.
Budist Dharma konusunda bilgisi olanlar bana hep niçin eğitimlerime Budist Dharma değil de Kalp Yolu dediğimi sorarlar. Bunun basit ber nedeni var. Ben manevi self defans öğretmeye çalışıyorum. Bir tapınağa çekilmeyip de gündelik hayat içinde zihnimizi arındırmaya çalışan bizlerin en çok ihtiyacı olan şeyin bu olduğuna inanıyorum. Bu, Dharma’nın yetersiz ya da geçersiz olduğu anlamına gelmiyor. Dharma tüm yaşamım boyunca yaptığım tüm araştırmalar ve çalışmalar sonunda gördüğüm en eksiksiz, tek bir kusur bulamayacağım tek öğreti oldu. Etkisi hızlı, inanılmaz ve kişinin mutlak hedefe varması için her tür tekniği barındırıyor. Bununla birlikte en mükemmel tekniği bile ideal koşularda çalışmakla onu stres altında, gerçek hayatta kullanmaya kalkışmak başka şeyler. İşte Kalp Yolu eğitimlerinin amacı, manevi self defans çalışmaktır. Yani gerçek hayat koşullarında Dharma’yı kullanmanın gerçekçi yollarını anlamak ve geliştirmek. Bu sayede tekniği uygulanabilir ve yenilmez hale getirmek.
Manevi çalışmalarımız zaman zaman bizi gerçek dışı bir hayalperestliğe yönlendirebilir. Beş on yıllık çalışmayla boşluğa ulaştığımızı ya da öfkemizi kontrol altına alıp şefkatli bir kalp geliştirdiğimizi sanabiliriz. Oysa bu doğru değildir. Yaptığımız şey bitkiyi üstten budamaktır. Kökleri dipte durduğu sürece uygun koşullar oluştuğunda yeniden filizlenecektir. İşte bu sebeple öğrendiklerimizi gerçek hayat deneyimleri ile pekiştirmeyi, onları burada test etmeyi öğrenmeliyiz. En büyük testler ise başarısız olduğumuz testlerdir. İşte bu sebeple gerçek çalışma başarısız olduğumuzda başlar. Bu başarısızlığı yönetebilmek, bu başarısızlıktan öğrenmek, burada gelişmek gerekir. Sokak kavgasında başımızı en fazla belaya sokan şey tünel vizyonu ve beden duruşlarımızdır. Tünel vizyonu bakışlarımızın tek bir noktaya takılıp kalmasına ve rakibin hamlesini göremememize neden olur. Beden duruşlarımız ise bizi saldırıya açık hale getirir. Aynı durum manevi savaşta da geçerlidir. Burada da tünel vizonumuz bizim soruna takılıp kalmamıza sebep olur ve durumu kapsamlı değerlendirmemizi engeller. Zihinsel duruşumuz ise bizi daha fazla zihinsel ve duygusal saldırıya açık hale getirir. Buna bir de stres faktörü eklendiğinde o zaman ne yazık ki bildiğimiz tekniği kullanamaz hale geliriz. İşte Kalp Yolu çalışmasının amaçlarından bir tanesi bizi bu önceden hazırlanmamış, kuralsız, kayıp tehlikesi yüksek, hata yapma ihtimalinin iyice arttığı durumlara hazırlamak ve bunlardan öğrenmemizi sağlamaktır.
Yıllar önce henüz Kalp Yolu çalışmalarını başlatmadan önce öğrencilerimi meditasyon çalıştırmak için tavuk çiftliklerinin yakınına, çöplüklere ve benzeri berbat ortamlara sokardım. Tütsü kokusu yerine tavuk pisliğinden gelen kesif kokuyu, meditasyon minderi yerine yerdeki taşı kullanmayı öğretirdim. Bunun amacı onlara eziyet etmek değil, her koşul altında çalışabilir hale gelmelerini sağlamaktı. Zaman zaman beni eleştirenler, insanları dağlarda bayırlarda dolaştırıp onlardan para aldığımı söylerlerdi. Oysa ben asla insanlara gerçek olmayan hayaller verip para kazanmadım. Her koşul altında doğruyu ve gerçeği söylemek, öğrencilerimi yitirmek pahasına da olsa her zaman uygulamaya çalıştığım bir ilke oldu. Gerçek dünya yalnızca tütsü kokularından ve yumuşak meditasyon minderlerinden oluşmuyor, gerçek dünya, çocuğunuzun, arkadaşının annesi tarafından dövdüğü, hakkınızın yenildiği, iş yerinizde kötü muameleye maruz kaldığınız, fiziksel görünümünüz ve kıyafetleriniz sebebiyle ikinci sınıf kabul edildiğiniz, arkanızdan konuşulduğu, çocuğunuza laf geçiremediğiniz, eşinizle aranızı düzeltemediğiniz, eşinizi aldattığınız, yalan söylediğiniz ve bunların hatalı olduğunu bilmenize rağmen üstesinden gelmekte zorlandığınız bir yer. İşte bizim çalışma alanımız burası. İşte bizim zihnimizi arındıracağımız kutsal mekan burada inşa edilmelidir. Burada hayalimizde yarattığımız ideal koşullara yer yoktur. Bu dünyada spor salonunda savaş sanatı çalışmak bir işe yaramaz. Bu dünya gerçek koşullarda kendinizi korumanız ve rakibinizden zarar görmeden onu etkisiz hale getirmeniz gereken bir yer. Bu çabanızda kırılan kolunuza, yırtılan gömleğinize, kanayan burnunuza aldırmamanız gereken bir yer. Bu dünya sizin gerçek bir kabadayıya dönüşmeniz gereken bir yer. Gerçek bir kabadayı… Yani güçlü, hak yemeyen, yenilgiyi bile ağırbaşlılıkla kabul eden, yetimin ve mazlumun hakkını koruyan ve kimseyi ezmeyen ama kendini de ezdirmeyen bir delikanlıya. İşte bu manevi delikanlılık mangal gibi yürek ve çelik gibi bir bilek geliştirmekle mümkün. Kolay değil elbette ama gerçek.
İşte bu gerçek bir anlamda bizlerin birer manevi self defans uygulamamızı zorunlu hale getiriyor. Savaş sanatı göze her zaman güzel görünür ama self defans göze çirkin görünür. Spor salonunda yapılan bir müsabaka zariftir, sokak dövüşü ise kaba ve çirkindir. Öte taraftan sokak gerçek dünyadır. Manevi self defans da zarif olmakla ilgilenmez, sadece gerçek ve etkili olmakla ilgilenir. Sonuçta buradaki başarı insanların hareketlerinizi beğenmesinden değil, ayakta kalmanızdan oluşur.
Bu yaklaşım aynı zamanda Zen yaklaşımı olarak bilinir. Yani her tür kuralın, her tür kutsal metnin ötesinde gerçekle ilk elden ve aracısız temas. Bu temas, tekniği normal, doğal ama etkili hale getirir. İşte tüm kardeşlerime tavsiyem bu yaklaşımı öğrenmeleri ve zihinlerini arındırmak için her ne öğretiyi çalışıyor olurlarsa olsunlar onu bu bakış açısıyla uygulamalarıdır. Buradaki başarı, sokak dövüşünde olduğu gibi acı ile gelmez. Evet canınız yanar ama savaşı kazandığınızda sevgi vardır, şefkat vardır, zihinsel berraklık vardır, uyanış vardır ve aydınlanma vardır.
Bu yol yürümeye değer gerçek bir yoldur. Bu yolu yürüyenler gerçek savaşçılardır. Bu savaşçılar düşmanın dışarıda değil içeride olduğunu bilen ve mücadeleyi doğru bir zeminde yürütmeyi bilen insanlardır.
Bu zemin sahte gülücüklerin, yapmacık şefkatin, göstermelik cömertliğin, hayali gelişimlerin olmadığı bir yerdir. Bu zemin şeklin değil özün, çalışıldığı gerçek arenadır. Bu arenaya korkmadan adım atın. Tıpkı büyük savaşçı Miyamoto Musashi’nin dediği gibi:
Havaya kalkmış bir kılıcın gölgesinde olmak
İnsanı tir tir titreten bir cehennem azabıdır.
Korkmadan ileri atılın
Kendinizi mutluluk ülkesinde bulacaksınız.